‘’Sabahlara kadar senin gözlerini düşündüm… Zaman kilitlenmişlikten geldi.’’
Hızla kıyıya çarpan dalgalar ‘çılgın’ damgasını yedi; içimde karşılık buldu diye…
İşte bu da gökyüzü… İşte şimdi kızıl! O zaman yaralıyım! Hep böyle işte…
Ya da gökyüzü mavi... Ya da kara! Fark etmez de…
Neden ama hep bir alaka? Neden hep bir tükenme bahanesi?
Neden yitiklik?
Mesela uyandım, bulamadım kendimi. Sanırım bir şey ararken; sanırım yitik parçamı…
Allah’ım, yine her şeye bulaşmış o yangından! O kandan!.. O acıdan!...
Aaa, bu da ne:
Evlerde, sokaklarda, ağaçlarda, dağlarda, derelerde, denizlerde… Her şeyde!... Her şeyde bir numara, herkeste bir numara!
Çılgınım diyorum, deliyim diyorum, mecnunum diyorum; abartı olarak bilinen ifadeler cüce kalıyor anlatmaya.
Acaba bana kim yardım eder, acaba hangi el uzanır diyorum.
Ben neyin peşindeyim? Sevdiğimin mi? Bir de ‘Seviyorum’, diye bir yakarış buldum. Her neyse…
Ama o benim yitik parçam kardeşim, o beni kapsayan!
Yitik parçam da… Ama benden kopmamış… Dışımda da… Fakat beni kapsamış…
Yani o benim çelişkim!
Şimdi yolunda geçecek ömrüm derim de yol filan da yok! Buna da kanmam!
Yol değil evet; ama ne? düzensiz: dağınık…
Yani o benim gerçekdışım!
O aramaya sevk eder; aramak, sonuçsuzluğa… (Çünkü aramak bulamamaktır.)
Diyeceğim şudur ki: Benim umudum var! Ben oyalanırım… Daima oyalar umut!
Oyalar; lâkin nasıl oyalar? Beni nasıl oyalar? İşte bu önemli…
İşte bu bir umut… Sesleniyor bak:
’’ Gün gelir çıkamam… Seslerin, renklerin içinden çıkamam… Bulutlardan çıkamam… Ağaçlardan çıkamam, yapraklardan çıkamam, çiçeklerden çıkamam… Gökyüzünden çıkamam… Kendimden çıkamam… İnsanlardan çıkamam…
İşte o zaman eksikliğim azalır… Senin kabrin olurum…’’
Bak ey sevgili sandığım, bak! Ve sıkı dur!
‘’BİL Kİ GÜN GÜNEŞLE GELMEZ! ANSIZIN ÇIKAR GELİR!’’
|